Var mısınız?
Eskiden uzun zaman yazmadıktan sonra yazmaya başlayınca ‘ Kalemi elime tekrar aldım’ gibi cümleler kurardım. Teknoloji cümlelerimizi de alışkanlıklarımızı da değiştiriyor. Neyse teknolojiyi karalamayı bırakıp girişi yapalım. Uzun zamandır klavyeyi elime alamadım. Birini kaybettikten sonra traş olmayarak saygı gösterme, cenaze olunca düğünü erteleme gibi eski adetlerimizden biriymiş gibi; okul ve dersler bitince bir şeyler eksildi ve yokolmuşcasına yazamadım üzerine.
Hâlbuki en güzel yazılarımı gidenlerin ardından yitenlerin peşinden yazmıştım bu güne kadar. Kıymetlerini anlamıştım sanırım. Hüzünden besleniyor veya, yazma eylemi çoğu zaman. ÖRAV’ın bize kazandırdıkları ile ilgili bir yazı yazayım diye oturuyorum bilgisayarımın başına ama başlayamıyorum ne zamandır. Kazanımları vermek işimiz ama ne kazandığımızı yazma konusunda cahilliğim tuttu. Kaybetmeyi, kaybedilmişlikleri yazmaya alışmış bünye, her yazanın doğasında olan bir şey belki. Usta bir yazarım demiyorum ama yazan herkesin bildiği gibi hüzün iyi bir katalizördür yazma işine. O zaman bünyeyi aldatarak yazalım, beyaz aldatma yapalım beyaz yalan terimi gibi. Öyle ya iyi de olsa hep bir şeyler kazandırmayacak her yenilik, muhakkak kaybettirdikleri de olacaktır. Bakalım kendi adımıza neler kaybetmişiz ÖRAV yüzünden.
En başta akli dengemizi kaybettik sanırım. Nasıl olur da kurallardan bağımsız davranabiliriz. Dersi duvarların dışına taşır, aklımıza gelen saatte kazanım bizi nereye çağırırsa oraya gideriz. Sınıf bilinci her dersi kendi saatinde ve mutlak bir disiplin içerisinde işlemeyi gerektirir. Öğretmen anlatır, öğrenci dinler. Kimse verilen rolden başkasını alamaz, repliğinin dışına çıkamaz. Doğaçlama neymiş, insan doğasına aykırı bir kere…! Sinema filmi mi çekiyoruz.
İtaat etmeyi kaybettik. Teneffüslerde, derslerde sınıflardan müzik sesleri, çocuk kahkahaları yükseldi. Bahçede gül, oyna, eğlen… Derste ders işlenir. Müdür ters ters bakar sonra.
Kalıba girmeyi kaybettik, şikâyet etmeyi kaybettik, öğrenciyle aramıza koyduğumuz uçurumu kaybettik, kayıtsız itaat eden öğrencileri kaybettik, sormayan-araştırmayan-didişmeyen-çelişmeyen-kışkırtılmayan öğrencileri kaybettik, sessiz sakin sınıfımızı kaybettik, yetmedi; otorite sembolü diyerek sınıftaki masamızı kaybettik, hatta öğretmenim sandalyenizi ben alıyorum diyenler yüzünden sınıfta sandalyemizi kaybettik, panoya yazımı ben asarım diyenler yüzünden pano sorumluluğumuzu, sınıfa çöp atmayı bilinçaltı mesajı olarak gönderiyoruz diyerek sınıftaki çöp kutumuzu, olumsuz koşulluyoruz diyerek emir cümlelerimizi, lütfen-rica etsem- teşekkür ediyorum diyerek otoritemizi, sayamadığım nice mesleki hatamızı, bildiğimiz ama yapmadığımız şeyler için olan korkumuzu, yapmamız gerekenler için olan önyargımızı, öğrenen lider öğretmen ile de ÖĞRETMEN sıfatımızı KAYBETTİK.
Buraya bir cenaze ilanı ne güzel gider dimi? Cenaze ilanının neresi mi güzel?
Yukarda saydığımız çok değersiz her şeyimizi bir ÖRAV semineri sonunda kaybetmiş bulunuyoruz.
Çok mu üzgünüz
ÖRAV ile tanıştıran sevgili hocalarım, Yusuf Ziya Güldere ve Arzu Atasoy başta olmak üzere;Ders arkadaşlarım- dostlarım: Baysan Banu Uzun, Havva Demirdağ, Sema Alevcan, Zennur Aksu, Esra Aran, Sedat Subaşı, Faruk Efe, Murat Kaçar, Kadir Açıkbaş, Güncelerime yorum yazma nezaketi gösteren : M.Osman Çetiner dostum, Kayhan Karlı, Erçin Kimmet, Sinan Dişçioğlu, Osman Dernek, Serpil Soylu, Sümbül Batar, Gülden Sümen, Perihan Yavuzcan, Burcu Esin İliş, Veysel Parlak, Ahmet Korkmaz, Ümriye Çelik, Filiz Yener, Fazilet Avcu, Ömüray Akdemir.. Karanlığa küfretmeyip mum yakan küçük ordunun askerleri…
Hepinize çok teşekkürler…
İyi ki varsınız..
Ve yaşam enerjim Ay Parçalarım yürekleri büyük minik Hayat Bilgelerim….Sizin yüzünüzden tayin istemedim daha ne diyim İyi varsınız, ikide de varsınız..
Ben varım dostlar,siz de var mısınız...
Görüntülenme Sayısı: hesaplanıyor...